31 Ağustos 2012 Cuma

Anneanne


27 Temmuz 2012

İzmir'de evi taşımış, Gaziantep'e gelmiştim,havaşla da şehir merkezine geldim. Beni almaya annem gelmişti yanında da anneannem vardı.Anneannem her zamanki gibiydi beni görmüş sevinmiş ben de onu görünce sevinmiştim. İzmir nasıldı diye sordu hemen sonra hesap kartını verdi emekli maaşını çekmem için. Yolda koşa koşa gittim, çektim.

27 Ağustos 2012

Anneannemi vefatının 11.günü, elimde onun hesap kartı aynı bankamatiğin önündeydim kalan parasını çekip hayır yapmak için.


İnanamıyorum gidişine hala. Ne olduysa 1 hafta da oldu. Çok hazırlıksız yakalandık. Annem,babamdan sonra en yakın büyüğümdü o.

1 hafta hastane de yattı.Annem ve teyzem değişimli onla kalıyordu. Gece boyu uyuyamıyormuş o yüzden annemlerde uykusuz kalıyordu. Vefatından önceki gün dedim ki: "Ben zaten evde geceleri uyumuyorum, evde uyanık kalacağıma ben geleyim, yanında uyanık kalayım"

Gece boyunca ne kendi ne de ben uyuyabildik. Anneannem uykuya dalamıyordu, sürekli oksijen maskesi takılıydı arada oturtuyor arada yatırıyordum. Evden, yanına gelirken 1 kase yoğurt almıştım. 'Acı ne var sulandırda ayran edip koy ağzıma' dedi kıramadım. Doktor fazla sıvı alımını yasaklamıştı. Yoğurda göstermelik su katıp ayran diye içirdim, tüm gece sırtını ovmamı istedi ovdum. Yatağını kaldırdım indirdim yastığını düzelttim kendini oturttum yatırdım. Sürekli 'ölücem ben ölücem' diye sızlandı. Her seferinde 'saçmalama anane sen beni de abimi de evereceksin senin onayın olmadan bir kızla evlenmem' dedim durdum güldü her seferinde de.

Sabah 8 civarıydı ananemin konuşması değişti dili peltekleşti oksijen alımı azaldı. Hemen hemşireleri çağırdım. Yoğun bakıma alacağız dediler. Ananemse 'yavrııım götürmeyin beni oraya sağ çıkamam ben oradan' dedi gene 'saçmalama anane iyi olacaksın' dedim.Maalesef o haklı çıktı. Önce ümitlendik sonra doktor acı haberi verdi

Yoğun bakımda yanına gittim ananemin yüzü mosmordu ama o kadar rahat ve huzurlu gözüküyordu ki...Soğumuş elini,alnını öptüm ananemin.Zor tuttum kendimi.

Kıyamazdı ananem bana sırf 16 saat otobüs yolculuğu çekmeyeyim diye her ziyaretimde uçak parası verirdi. Her memleketime geldiğimde ilk ona giderdim elini öpmeye.
Fırına yemek verirdik almaya gittiğimde hep ananeme uğrar ona da yemek bırakırdım.
Bensiz kebap yerse 'yavrım içime sinmedi sensiz niye gelmedin ananem' diye sorardı.
Evinden alır istediği yere bırakır, geri evine götürürdüm aman eziyetimi çekiyorsunuz yavrımm derdi. Anane araba sürmenin ne eziyeti var derdim anlamazdı.
İnatçıydı bir tabak yedim mi yetmezdi gençsiniz yirsiniz der 2. tabağı da yedirirdi sürekli.
Tv izlediğim odaya gelir yavrım siz rahat rahat izleyin ben bakmam derdi.

Herkese bir lafı her olaya bir antep deyimi veya atasözü vardı :

-"Samanlık saray oluk,avratlık kolay oluk"
-"Bize gelen kudurur kıçını bize yudurur."
-"Ölmüş eşşek nallı olur ölü götü ballı olur."
-"sütü temiz,sümüğü kirli"
-"aman doksan dokuzuyla çıkıp yüzüncüyle evlenenlerden olmasın"
-"Mıraaat acı ne var döşür şuraları yavrımm"
-"usanık zayır" (bozulan klimaya)


Ben hep ananemin hayatımda var olacağını sanmıştım. Konuşması, nefes alıp verme sesi hala kulağımda,hep o özlü güldüren ve düşündüren laflarını duyacağım zannetmiştim. Onsuz bayramların tadı kalmayacak artık. Keşke elleri sıcakken biraz daha öpebilseydim. Keşke gönlünün istediği ayranı da doya doya içirseydim.


Nurlar içinde yat canım ananem.


Not: 1 yıldır yazmamışım bu bloga. İnsan içinde tutamadığı birşeyler olunca yazıya vururmuş, sanırım böyle oldu.

18 Temmuz 2011 Pazartesi

Minik mutluluk enjektörleri

17 Temmuz akşamı...

1 haftadır evde boş boş, amaçsız takılma aktivitesi olarak bilgisayara karşı PES oynamakta amaçsız yaşamanın mutsuzluğu her zaman ki gibi mevcut.

Alt+Tab'a basılır Facebook'ta ne olmuş diye ve yeni bir sohbet penceresi.. Hani tanımadığınız insanlar ekli olur arkadaş listenizde ne onlar sizi eklerken ne de siz onları kabul ederken düşünülmez sadece yüzler tanıdık gelir.O kişiler sürekli dururlar, birşeyler paylaşırlar, sohbette açık görürsünüz ama listenizde neden varlardır bilemezsiniz.

Bazen bir gece size mesaj atıp mutlu da edebilirler.Tıpkı 2 sene önce lisede ki okul başkanlığımı anımsatan kişi gibi...


16 Temmuz 2011 Cumartesi

Derinlerden gelen...

İnsan nerde değilse,orada mutlu olacağını düşünüyor,
Bir yerlerde bir şeyler kaçırdığı fikri ise aklını tüketiyor!

5 Mayıs 2011 Perşembe

Mızmızlanmalar....

Hayatımda herkese iyiniyetle yaklaşmaya çalıştım. Bana sıcak davranan kimseyi kırmadım veya soğuk cevap vermedim. Ya da öyle zannediyorum. Genelde insanların şundan gıcık aldım şuna kıllandım dediği insanlara genelde 'iyi çocuk lan' derdim. Çünkü bana karşı birşey yapmamış olurdu. Aslında gıcık alan çocuğada birşey yapmamıştır ama gıcık alır işte belki hiç konuşmamıştır bile onla. Doğrusu o her insanda oluyor ama bazılarının sırf bu yüzden bir insanı silmesini aklım almıyor. Her insanın hayatta bir renk bir zenginlik olduğunu düşünürken,insanların birbirine bu kadar mesafeli bu kadar kapalı kalmasını anlamıyorum. Bunu geçelim bu ilk tanışma evreleridir tasvip etmesemde oluyor ve yapıyorum.

Peki ya tanışık olduğun,arkadaşım dediğin bir insanla bir süre sonra muhabbeti kesmek, ona yabancılaşmak bunu insanlar nasıl beceriyor? Biri bana açıklayabilir mi acaba? Durduk yere nasıl olur ki? Tamam kafa yapısı uyuşmaz insanın normaldir ama genede bu selam sohbeti bir anda kesmeye sebep midir? Ben bunu yapamıyorum. Konuştuğum insanlarla aramı soğutamıyorum.Daha doğrusu soğutmaya çalışırken içten içe o kadar üzülüyorum ki. Bunu dışada yansıtamıyorum.Bunların dışında kalmak istesemde olmuyor. Aradaki dengeyi tutturamayınca istemesemde başka insanların kalbini kırıyorum. Taraf ol yada bertaraf.. Ne yazık ki böyle oluyor!

Bir arkadaşım bir insanın nasıl herkesle arası iyi olabilir ki öyle olmamalı demişti. Hak vermemiştim o zaman.Gel gelelim olaylar gelişip seni buluyor..

Üzülüyorum sadece ve kendimi soyutlamak istiyorum.Ama beceremiyorum. Senin neyin var dediklerinde başlamak istiyorum bir yerden ama beni anlamayacaklarını biliyorum. Ve korkuyorumda, insanlar yüzünden insanlara verebileceğim sevginin kalmamasından..

26 Şubat 2011 Cumartesi

Oscarlara doğru...


Bu sabaha karşı veya yarın sabaha karşı veya öteki günün sabahına karşı Oscar'lar dağıtılacak. İşte Amerika'nın 27 Şubatı'nda. Bende Oscarlardan önce en iyi film dalındaki 10 filmi seyrettim ve kendimce bir tahmin yazısı yazacağım. Bakalım ne kadar tutacak benim ve akademinin zevkleri..Tahminlerden önce aday filmler hakkında ufaktan yorumlarım şöyle:

127 Saat(127 Hours) : Örümcek adamda şu uçan cin miydi goblin miydi neydi oradan tanıdığımız James Franco başrolde. Film kolu kayalıklar arasında sıkışan bir sporcunun 5 gününü anlatıyor. Filmde ne olacağını bilince pek zevk alamadım. Ama etkilemedide değil. Adamın yerine kendimi koymaya cesaret bile edemedim.

Siyah Kuğu(Black Swan) :Film stüdyolarında yetişen Natalie Portman'ın oynadığı ve The Fountain gibi süper bir filmi yönetmiş Darren Arronofsky'nin filmi. Darren Arronofsky'nin diğer filmlerini izlemişseniz filmde adamın imzalarını hemen farkediyorsunuz. Natalie Portman'sa her ne kadar güzel bulmasamda oyunculuğuna laf edemem döktürmüş cidden. Bir balerinin hedeflerini bu uğurdaki sancılı süreci ve gittikçe paranoyaklaşmasını konu alıyor.

Dövüşçü(The Fighter): Cinderlla Man'den sonra değişen Rocky tarzı boksçuluk imajını aklımda dahada değiştiren bir film. Eski bir boksörün gene boksçu olan bir kardeşini eğitmesini bu arada yaşanan sorunları anlatılıyor. Eğitmen rolünde Christian Bale olunca bu film izlenmeli diye düşünürken kardeşi rolündeki Mark Wahlberg beni ters yüz etti ve ilk defa bir rolü ona bu kadar uygun buldum.

Başlangıç(Inception) : Christopher Nolan yönetmiş Leonardo Di Caprio oynamış daha ne gerekki filmi seyretmek için? Film kaliteliydi tamamda aksiyon dozajı Oscar filmlerine göre fazlaydı be. Oscar filmlerinin böyle tarif edemediğim bir ağırlıkları vardır bu öyle değil.

2 Kadın 1 Erkek (The Kids Are All Right) : Ne yalan söyleyeyim Oscar'a aday olmasa duyacağım yoktu bu filmi. Öylesine aday etmişler sanırsam derken beni ters köşeye yatıran bir film oldu. Lezbiyen bir çiftin sperm bankasından aynı adamdan alınan spermlerle çocuk sahibi olmalarını ve çocukların büyüynce babalarını tanımak istemesiyle başlıyor film ve bu adamın ailenin hayatına girmesini konu ediniyor. İnsan ilişkilerini yansıtış biçimi çok hoşuma gitti özellikle.

Zoraki Kral(The King's Speech): Bu film boşuna favori değil. Oyunculuklar mı desem filmin uyarlanması mı desem... Güzel filmdi. Colin Firth,Geoffrey Rush... Bir iddiam var ki en iyi oyuncular İngiltere sonrada Avustralya'dan çıktığıdır. Helena Carter biraz sırıtıyordu filmde o da hanım hanımcık bir kızı canlandırdığından olsa gerek...

Sosyal Ağ(The Social Network): Facebook bu kadar popülerken hemen çıkaralım filmini gişedede köşeyi dönelim mantığıyla hazırlanmış ve tutmuş bir film olarak görüyorum. Zuckenberg'in ne kadar puşt bir adam olduğunu görüyorsunuz filmde. Oscar almasını istemiyorum bu filmin.

Oyuncak Hikayesi 3(Toy Story 3): Pixar yapınca yapıyor işte bu animasyon işini. Komik falan değildide insan düşünmeden edemiyor seyredince böyle bir dünya var mı? Hayata oyuncakların açısında bakmakta güzel tabii ki.

İz Peşinde(True Grit) : Babasını öldürenlerin izini kasabanın efsane şerifini kiralayarak yakalamaya çalışan 14 yaşındaki bir kızın hikayesi bu filmde işte. Vahşi batıda geçince film seyrertmeden geçilmemeli. Ayrıca Matt Damon'a kovboylukta iyi gitmiş. Filmin müziklerini ise çok beğendim ve listeme aldım.
 
Gerçeğin Parçaları(Winter's Bone) : Bu filmde en zayıf halka. Bu filmdede babasının öldüğünü kanıtlamaya çalışan bir kızın hikayesi anlatılıyor. Eğer babası hayattaysa evleri ipoteklenecek ve açıkta kalacaklar karda kışta... Amerika'nın yoksul ve biraz kanunsuz bölgesinde geçen bir film.Önerir misiniz derseniz listenizde başka bir film yoksa bakın.


Filmler hakkında 2-3 yorumum yazmışken tahminlerimde bulunayım. Onun öncesinde şu iki varyasyonumuda yazayım:

Olur ya tahminler tutar... İşte bir sinemaseverim çözmüşüm ben bu film dünyasını diyerek havalanacağım. Sonra arkadaşlara her fırsatta bak Oscar'dan önce yaptığım tahminler doğru çıktı diye böbürleneceğim bilgiçlik taslayacağım falan işte.

Peki ya tahminler tutmazsa... Oscar onun hakkıydı nasıl verdiler buna diyerekten zeytinyağı gibi su üstüne çıkmaya çalışırım sanırım. Sinemaseverliğimden taviz vermem bu akademi filmden anlamıyor diye etiketimi basarım.

En iyi film:
The King's Speech (2010)

En İyi Erkek Oyuncu:
Colin Firth for The King's Speech (2010)

En iyi Kadın oyuncu:
Natalie Portman for Black Swan (2010)

En iyi Yardımcı Erkek oyuncu:
Geoffrey Rush for The King's Speech (2010)

En iyi Yardımcı Kadın oyuncu:
Amy Adams for The Fighter (2010)

En iyi Yönetmen: 
Tom Hooper for The King's Speech (2010)

En İyi Özgün Senaryo:
The Kids Are All Right (2010): Lisa Cholodenko, Stuart Blumberg

En İyi Uyarlama Senaryo:
Toy Story 3 (2010): Michael Arndt, John Lasseter, Andrew Stanton, Lee Unkrich

En İyi Animasyon:
Toy Story 3 (2010)

En İyi Sinematografi:  
Bu nedir ki?

En İyi Kurgu:  
Black Swan (2010) Andrew Weisblum

En İyi Sanat Yönetmenliği:
 Sanattan anlamam!

En İyi Kostüm:
Alice in Wonderland (2010) Colleen Atwood

En İyi Film Müziği:
True Grit evet aday değil ama gönlümün Oscarını aldı. 

En İyi Orijinal Şarkı :
If I Rise from 127 Hours (2010) Music by A.R. Rahman Lyric by Dido and Rollo Armstrong

2 Şubat 2011 Çarşamba

Ben Almanyalıyım!


'Onların hikâyesi 1960’larda başlamıştı. Önce evin erkekleri, sonra kadınlar, çocuklar göç etti. Artık ikinci vatanlarıydı “orası”. Aradan geçen 30 küsur yıl sonra, aileler genişledi, ilk yerleşenlerin çocukları doğma büyüme Almanyalı şimdi. Altmışlı yılların başında Almanya’ya göç başladığında kimse ortaya çıkacak sorunların bu kadar uzun süreceğini ve kalıcı olacağını tahmin etmemişti. Bugün o ülkede doğup büyüyen bir kuşak var, artık yaşadıkları toplumda kendilerini daha iyi bir platformda temsil ediyorlar; sosyal, kültürel ve politik haklarını talep etmekte daha kararlı ve bilinçliler. Alman Parlamentosu’na girme başarısını göstermiş ilk Türk olma unvanını elinde bulunduran Yeşil milletvekili Cem Özdemir, kendi hayat hikâyesinden yola çıkarak, iki kültürün kaynaşma sürecini, en önemli hak olan vatandaşlık hakkının kazanılması yolundaki çabalarını ve mücadelesini anlatıyor.'

Cem Özdemir... Gazete okuyorsanız biraz gündemle ilgiliyseniz duymuşsunuzdur adını.Türk kökenli(!) Alman Yeşiller Partisi eşbaşkanı. 1960'larda çalışmak için Almanya'ya gelen binlerce kişinin orada kurdukları düzende dünyaya Almanya'da göz açan bir insan. Orada doğuyor,büyüyor,yaşıyor...

Merak ediyorum bu durumda olan binlerce insan için millet kavramı ne ifade eder?
Cem Özdemir'den isteyebilirmiyiz sadece 1-2 defa yaz tatilinde aile ziyaretine geldiği Tokat'a memleketim demesini? 
Almanya'da doğup büyümesine rağmen sahip olduğu TC nüfus kağıdı ona ne ifade edebilir?
TC vatandaşlığından çıkıp Alman vatandaşlığına geçmesiyle ona hain damgasını yapıştıranlar ne yapması gerektiğini düşünürler?

Ne kadar empati veya eşduyum kurmaya çalışırsam çalışayım yapamıyorum.Hem kökenlerinin olduğu toprakta farklı görüleceksin, hemde yaşadığın toplumda yabancı olarak görüleceksin.


Aitlik hissi? Hiç düşündünüz mü 'Nerelisin' gibi basit bir soruya cevap veremeyişinizi? 
Hiç görmediğiniz ata toprağına ait olduğunuza kendinizi inandırabilirmisiniz?

Bunları bana düşündüren Cem Özdemir'in Ben Almanyalıyım kitabı oldu. Siyasi kariyerine odaklı bir otobiyografi. Sadece 1000 adet basılmış ve haliyle kolay kolay bulunmuyor. Gittigidiyor'dan 2. el buldum aldım.Okumakta fayda var.Çünkü sadece Almanya'da bu soruların cevabını arayan en az 3 milyon insan var.

9 Ocak 2011 Pazar

Yılbaşı!


Bu yazıma öncelikle yukarıdaki resimdeki gibi bir şekilde yeni yıla girebilen varsa o insan topluluğunun yeni yılını kutlayarak başlıyorum.Sanırsam böyle bir dünya yok!

Anlamadığım bir noktada hiçbir yeni yılda Türkiye'ye kar yağmazken bizim ısrarla kar beklememiz,belediyelerimizin kar renginde ışıklandırma çalışmaları,mağazaların vitrinlerini pamuk veya türevleriyle doldurarak kar görüntüleri vermeleridir. Bizim suçumuz olmayan bir şeyde neden mahcup olup böyle halka kar yağdıramadık bari o hissi yaşatalım gibi düşünürler ki?

Yılbaşılarına gelecek olursak, lise sona kadar her yılbaşı babamın aldığı 5-10 milli piyango biletini bir umut televizyonda izleyerek kontrol etmekle geçti.Tabii amortiden yüksek çıktığını hatırlamıyorum. Öyle aile arasında çok önemli değildir 12'ye kadar bekleriz aha girdik der yatarız. Ancak hatırlarım ki bir yılbaşında babamla saat 03:00'a kadar televizyon seyretmiştik hatta komik bir Robin Hood filmi vardı gül gül ölmüştük ardındanda South Park'ın yılbaşı özel bölümü vardı. Mr. Kaka mıydı neydi o vardı bölümde çok gülme vesilesiyle diğerlerinden ayrılan bir bu yılbaşım vardı.

Lise sona geldik, arkadaşın ailesi yokmuş evde çağırdı bizi. Kim kimdik hatırlamıyorum ama 5-6 arkadaş vardık liseden. Bende arabayı şehirde kullanmaya yeni başlamışım oldukça tedirgin süre süre arkadaşın evine gittim. Hatta ve hatta evin oradaki yokuşa arabayı park edemedim arabayı vuracağım diye korktuydum ki birinden yardım istemiştimde park etmişti adam akıllı(İşte bir erkek sürücünün en büyük utancı). Çıktık arkadaşa öncesindede alışveriş falan yapmıştık sucuk ekmek yedik biraları yudumladık,Hadisenin merakla beklenen Eurovision şarkısını dinlerken bir itirafta bulunacağım ben birayı içer gibi yapmıştım. Sürekli mutfağa gidip lavaboya döküyordum azar azar. Eve arabayla dönecektim içsem bir dert içmesem arkadaş baskısı ayrı bir dert. Tabii erkek ortamı muhabbeti,sohbeti derken eğlenceli geçmişti zaman.Birde yeni yıla nasıl girersen öyle geçer derler ya tam yeni yıla girmeden 2 dakika evvel test kitabı alıp çözmeye başlamıştım malum ÖSS senesi idi. İşe yaramış olsa gerek.

Geçen sene ise Almanya'da girdim yılbaşına.Bir ziyafet verilecekti ben-aile-bir aile dostu- ve üvey kız kardeşin erkek arkadaşıyla.Önce alışverişe gittik Peter(evin babası) ile bin bir çeşit et-tavuk ürünü aldık. Kuzu eti,geyik eti,tavşan eti...falan filan derken Peter o soruyu sordu: Yaban domuzu etide size haram mı? Ben kaldım öyle! Şimdi domuz eti yemiyordumda yaban domuzu, o domuz sınıfına mı girerdi hala bilmiyorum cevabını. Ama yiyemedim ne olur ne olmaz diye. Alışverişleri yapıp eve döndük yemekti carttı curttu derken hazırladık yedik sofrayı topladık masayı sildik tatlı ve içki zamanına geçtik.Bir yandan tatlımızı yerken,biralarımızı yudumlarken diğer tarafta UNO oynuyorduk masada. Benim çakırkeyifliğim tutmuşken vakit geldi. 23:59 hepimiz dışarı çıktık anlamadım tabi ben ne olduğunu. Sıcaklık -5 ile -10 arası kar yağıyor. Saatler 24:00 gösterdiğinden her evin önünden fırlayan havai fişekler mi dersiniz, atılan maytaplar mı dersiniz yakılan meşaleler mi...resmen şoka girmiştim. Kar ve sisin getirdiği net olmayan görüş ve ortaya çıkan manzara tamamen filmlerdeki 2.Dünya Savaşını anımsatmıştı bana. Dışarıda birde şampanyayı patlatıp içerek birbirimize sarılarak kutladık yeni yılımızı doğrusu bunu unutabileceğimi hiç sanmıyorum.




Gelelim birde bu seneki yılbaşıya. Bu sene benden beklenilmeyecek bir çılgınlık yaptım. 31 Aralık'ta İstanbul'a gittim. Yılbaşını kutlayıp 1 Ocakta geri İzmir'e uçtum. Ve ayın 3'ünden en tiksindirici dersimin vizesi varken.Pek akıllıca değildi ama değdi mi derseniz değdi. Çoğunluğu ilkokul arkadaşlarımı oluşturan bir grupla İstanbul'da bir mekanda kutladık yılbaşını Caddebostan'da olsa gerek.Gecenin detayları başkalarında saklı, oralara pek inmeyeceğim kendi açımdan anlatacak olursam yemeklere acımadım tıkındım. Sonra başladım içmeye bira,cintonik,şarap derken bildiğiniz ben gittim orada. Zaten o içkiye dayanıklıyım diyen elemanlardan değilimdir. Çabuk kafayı bulurum. Bu olay ise bir arkadaşımın gözünden şöyle gerçekleşmekte: 
 31.12.2010 gecesi gecenin ilerleyen saatleri.. Yılbaşı olmadan önce Murat biraz içtikten sonra kafası hafif tertip iyi olup uçmaktadır.. Buna rağmen bara gidip votka alan Murat masaya gelir... Masaya içkisini koyup tam uzanıp yatacakken masaya koyduğu votkayı görür ve bakar ama öle içt.en ve güzel bakar ki.... Bu olayları anı anına yaşayan Uğur sorar : 'Murat napıon?' Murat elini hiç birşey yapmıorum der gibi sallar ve uzanır... ve Uğur yarılır.... 

Şimdi ise benim gözümden olaya bakalım:
 Karanlık + Dum tıs dum tıs dum tıs dum tıs...

Mekandan ayrılana kadar bu pozisyondaymışım.
         
 O gece yeni yıla girdiğim vakti hatırlamıyorum ben kafayı masaya gömmüşüm sadece. Allahtan en yakın çocukluk arkadaşım kaldırmış evine götürmüş beni. Yoksa imkanı yok kendi başıma hareket edemezdim orada. O anları hayal meyal parça parça hatırlıyorumda hiç iyi değildim. Çok fazla içki karıştırmamak gerek anlaşılan. Gecede ben kafayı masaya gömmüşken baya hikayeler dönmüş başkalarından duydukça son bardağı içmeseydimde görseydim diye pişmanlık duymuyor değilim.How I Met Your Mother'daki "blitz" durumu anlayacağınız...

Herkesin yeni yılı kutlu olsun ve şans getirsin...