26 Şubat 2011 Cumartesi

Oscarlara doğru...


Bu sabaha karşı veya yarın sabaha karşı veya öteki günün sabahına karşı Oscar'lar dağıtılacak. İşte Amerika'nın 27 Şubatı'nda. Bende Oscarlardan önce en iyi film dalındaki 10 filmi seyrettim ve kendimce bir tahmin yazısı yazacağım. Bakalım ne kadar tutacak benim ve akademinin zevkleri..Tahminlerden önce aday filmler hakkında ufaktan yorumlarım şöyle:

127 Saat(127 Hours) : Örümcek adamda şu uçan cin miydi goblin miydi neydi oradan tanıdığımız James Franco başrolde. Film kolu kayalıklar arasında sıkışan bir sporcunun 5 gününü anlatıyor. Filmde ne olacağını bilince pek zevk alamadım. Ama etkilemedide değil. Adamın yerine kendimi koymaya cesaret bile edemedim.

Siyah Kuğu(Black Swan) :Film stüdyolarında yetişen Natalie Portman'ın oynadığı ve The Fountain gibi süper bir filmi yönetmiş Darren Arronofsky'nin filmi. Darren Arronofsky'nin diğer filmlerini izlemişseniz filmde adamın imzalarını hemen farkediyorsunuz. Natalie Portman'sa her ne kadar güzel bulmasamda oyunculuğuna laf edemem döktürmüş cidden. Bir balerinin hedeflerini bu uğurdaki sancılı süreci ve gittikçe paranoyaklaşmasını konu alıyor.

Dövüşçü(The Fighter): Cinderlla Man'den sonra değişen Rocky tarzı boksçuluk imajını aklımda dahada değiştiren bir film. Eski bir boksörün gene boksçu olan bir kardeşini eğitmesini bu arada yaşanan sorunları anlatılıyor. Eğitmen rolünde Christian Bale olunca bu film izlenmeli diye düşünürken kardeşi rolündeki Mark Wahlberg beni ters yüz etti ve ilk defa bir rolü ona bu kadar uygun buldum.

Başlangıç(Inception) : Christopher Nolan yönetmiş Leonardo Di Caprio oynamış daha ne gerekki filmi seyretmek için? Film kaliteliydi tamamda aksiyon dozajı Oscar filmlerine göre fazlaydı be. Oscar filmlerinin böyle tarif edemediğim bir ağırlıkları vardır bu öyle değil.

2 Kadın 1 Erkek (The Kids Are All Right) : Ne yalan söyleyeyim Oscar'a aday olmasa duyacağım yoktu bu filmi. Öylesine aday etmişler sanırsam derken beni ters köşeye yatıran bir film oldu. Lezbiyen bir çiftin sperm bankasından aynı adamdan alınan spermlerle çocuk sahibi olmalarını ve çocukların büyüynce babalarını tanımak istemesiyle başlıyor film ve bu adamın ailenin hayatına girmesini konu ediniyor. İnsan ilişkilerini yansıtış biçimi çok hoşuma gitti özellikle.

Zoraki Kral(The King's Speech): Bu film boşuna favori değil. Oyunculuklar mı desem filmin uyarlanması mı desem... Güzel filmdi. Colin Firth,Geoffrey Rush... Bir iddiam var ki en iyi oyuncular İngiltere sonrada Avustralya'dan çıktığıdır. Helena Carter biraz sırıtıyordu filmde o da hanım hanımcık bir kızı canlandırdığından olsa gerek...

Sosyal Ağ(The Social Network): Facebook bu kadar popülerken hemen çıkaralım filmini gişedede köşeyi dönelim mantığıyla hazırlanmış ve tutmuş bir film olarak görüyorum. Zuckenberg'in ne kadar puşt bir adam olduğunu görüyorsunuz filmde. Oscar almasını istemiyorum bu filmin.

Oyuncak Hikayesi 3(Toy Story 3): Pixar yapınca yapıyor işte bu animasyon işini. Komik falan değildide insan düşünmeden edemiyor seyredince böyle bir dünya var mı? Hayata oyuncakların açısında bakmakta güzel tabii ki.

İz Peşinde(True Grit) : Babasını öldürenlerin izini kasabanın efsane şerifini kiralayarak yakalamaya çalışan 14 yaşındaki bir kızın hikayesi bu filmde işte. Vahşi batıda geçince film seyrertmeden geçilmemeli. Ayrıca Matt Damon'a kovboylukta iyi gitmiş. Filmin müziklerini ise çok beğendim ve listeme aldım.
 
Gerçeğin Parçaları(Winter's Bone) : Bu filmde en zayıf halka. Bu filmdede babasının öldüğünü kanıtlamaya çalışan bir kızın hikayesi anlatılıyor. Eğer babası hayattaysa evleri ipoteklenecek ve açıkta kalacaklar karda kışta... Amerika'nın yoksul ve biraz kanunsuz bölgesinde geçen bir film.Önerir misiniz derseniz listenizde başka bir film yoksa bakın.


Filmler hakkında 2-3 yorumum yazmışken tahminlerimde bulunayım. Onun öncesinde şu iki varyasyonumuda yazayım:

Olur ya tahminler tutar... İşte bir sinemaseverim çözmüşüm ben bu film dünyasını diyerek havalanacağım. Sonra arkadaşlara her fırsatta bak Oscar'dan önce yaptığım tahminler doğru çıktı diye böbürleneceğim bilgiçlik taslayacağım falan işte.

Peki ya tahminler tutmazsa... Oscar onun hakkıydı nasıl verdiler buna diyerekten zeytinyağı gibi su üstüne çıkmaya çalışırım sanırım. Sinemaseverliğimden taviz vermem bu akademi filmden anlamıyor diye etiketimi basarım.

En iyi film:
The King's Speech (2010)

En İyi Erkek Oyuncu:
Colin Firth for The King's Speech (2010)

En iyi Kadın oyuncu:
Natalie Portman for Black Swan (2010)

En iyi Yardımcı Erkek oyuncu:
Geoffrey Rush for The King's Speech (2010)

En iyi Yardımcı Kadın oyuncu:
Amy Adams for The Fighter (2010)

En iyi Yönetmen: 
Tom Hooper for The King's Speech (2010)

En İyi Özgün Senaryo:
The Kids Are All Right (2010): Lisa Cholodenko, Stuart Blumberg

En İyi Uyarlama Senaryo:
Toy Story 3 (2010): Michael Arndt, John Lasseter, Andrew Stanton, Lee Unkrich

En İyi Animasyon:
Toy Story 3 (2010)

En İyi Sinematografi:  
Bu nedir ki?

En İyi Kurgu:  
Black Swan (2010) Andrew Weisblum

En İyi Sanat Yönetmenliği:
 Sanattan anlamam!

En İyi Kostüm:
Alice in Wonderland (2010) Colleen Atwood

En İyi Film Müziği:
True Grit evet aday değil ama gönlümün Oscarını aldı. 

En İyi Orijinal Şarkı :
If I Rise from 127 Hours (2010) Music by A.R. Rahman Lyric by Dido and Rollo Armstrong

2 Şubat 2011 Çarşamba

Ben Almanyalıyım!


'Onların hikâyesi 1960’larda başlamıştı. Önce evin erkekleri, sonra kadınlar, çocuklar göç etti. Artık ikinci vatanlarıydı “orası”. Aradan geçen 30 küsur yıl sonra, aileler genişledi, ilk yerleşenlerin çocukları doğma büyüme Almanyalı şimdi. Altmışlı yılların başında Almanya’ya göç başladığında kimse ortaya çıkacak sorunların bu kadar uzun süreceğini ve kalıcı olacağını tahmin etmemişti. Bugün o ülkede doğup büyüyen bir kuşak var, artık yaşadıkları toplumda kendilerini daha iyi bir platformda temsil ediyorlar; sosyal, kültürel ve politik haklarını talep etmekte daha kararlı ve bilinçliler. Alman Parlamentosu’na girme başarısını göstermiş ilk Türk olma unvanını elinde bulunduran Yeşil milletvekili Cem Özdemir, kendi hayat hikâyesinden yola çıkarak, iki kültürün kaynaşma sürecini, en önemli hak olan vatandaşlık hakkının kazanılması yolundaki çabalarını ve mücadelesini anlatıyor.'

Cem Özdemir... Gazete okuyorsanız biraz gündemle ilgiliyseniz duymuşsunuzdur adını.Türk kökenli(!) Alman Yeşiller Partisi eşbaşkanı. 1960'larda çalışmak için Almanya'ya gelen binlerce kişinin orada kurdukları düzende dünyaya Almanya'da göz açan bir insan. Orada doğuyor,büyüyor,yaşıyor...

Merak ediyorum bu durumda olan binlerce insan için millet kavramı ne ifade eder?
Cem Özdemir'den isteyebilirmiyiz sadece 1-2 defa yaz tatilinde aile ziyaretine geldiği Tokat'a memleketim demesini? 
Almanya'da doğup büyümesine rağmen sahip olduğu TC nüfus kağıdı ona ne ifade edebilir?
TC vatandaşlığından çıkıp Alman vatandaşlığına geçmesiyle ona hain damgasını yapıştıranlar ne yapması gerektiğini düşünürler?

Ne kadar empati veya eşduyum kurmaya çalışırsam çalışayım yapamıyorum.Hem kökenlerinin olduğu toprakta farklı görüleceksin, hemde yaşadığın toplumda yabancı olarak görüleceksin.


Aitlik hissi? Hiç düşündünüz mü 'Nerelisin' gibi basit bir soruya cevap veremeyişinizi? 
Hiç görmediğiniz ata toprağına ait olduğunuza kendinizi inandırabilirmisiniz?

Bunları bana düşündüren Cem Özdemir'in Ben Almanyalıyım kitabı oldu. Siyasi kariyerine odaklı bir otobiyografi. Sadece 1000 adet basılmış ve haliyle kolay kolay bulunmuyor. Gittigidiyor'dan 2. el buldum aldım.Okumakta fayda var.Çünkü sadece Almanya'da bu soruların cevabını arayan en az 3 milyon insan var.